Seyahat&Geziler

İlk yurtdışı seyahatimi ABD’ye gerçekleştirmiştim. Yine bu gerçekleştirdiğim maalesef hala en uzun ve değerli seyahatlerden biridir. 2010 yılında Work & Travel programıyla gittiğimde ABD’de yaklaşık 90 gün ve sonrasında Kanada’da geçirdiğim yaklaşık bir haftayla beraber benim için yurtdışı seyahatlerim başlamış oldu. 2012 yılında Avrupa seyahatlerimin devam etmesi balkan turları gibi organizasyonlar derken 2017 yılına kadar ABD ve Kanada dahil olmak üzere Avrupa’da hatırı sayılır yer ve bölge görmüş oldum. Kronolojik olarak gidersek;
-ABD 3 ay (2010)
-Kanada 1 hafta (2010)
-İtalya 5 gün (2011)
-İspanya 8 gün (2011)
-Hollanda 5 gün (2011)
-Makedonya 1 hafta (2012)
-Almanya, Avusturya, Çekya, İtalya, Slovakya, Lüksemburg 12 gün (2015)
-Almanya 5 gün (2017)

Genelde seyahatlere bakışım o anı yaşamak ve insanları gözlemlemek olduğundan çoğu gezginin yaptığı gibi sizlere burada liste vermeyeceğim zaten bunu yapan bir çok insan var burada buna gerek olduğunu düşünmüyorum. Ancak yine de bir kaç noktaya değinmek gerekirse bu ülkelerde az kısa ya da uzun süre bulunmak, trafiğe çıkmak gibi o topluluğun belli bir ölçüde yapısını yansıtan durumlara şahit olduğumu düşünürsek trafik akışının ülkenin bir ölçüde yansıması olduğunu anlayabiliriz. Almanyada otobanlarda hız sınırı olmadığını google’a bir kaç kelime yazarak öğrenebilirsiniz ancak neden sorusunun cevabı işte bu gezilerde yatıyor diye düşünüyorum. Akan trafikte insanların hız sınırı başlayan noktada makina gibi kollektif olarak hızını düşürmesi ve buna sıkı sıkıya bağlı kalması yine güneye İtalya’ya indiğimizde ise o Akdeniz insanına has tatlı kaosu görebiliyorsunuz. Tabii ki biz de bir Akdeniz ülkesiyiz ancak maalesef bizdeki kaos pek de tatlı değil diye düşünüyorum, en azından bir İstanbul şoförü olarak.

ABD
Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmek ve orada bir süre yaşamak sanırım hayatımda verdiğim en doğru bir kaç karardan biridir. Work & travel programıyla gittiğim 2010 yılı 2008 dünya ekonomik krizinin hala izlerinin devam ettiği bir yıldı ancak ben bunu daha sonra anladım çünkü o zamanlar bile sanırım ülkemizden iktisadi anlamda 40 yıl ileride idiler. Onlarca eyaletin farklı hikaye ve etnik kökenden insanın bir arada yaşamaya çalıştığı dünyanın en kalabalık üçüncü ve yüz ölçümü olarak da en büyük bir kaç ülkesinden biri olan bu ülkede tabii ki homojen bir yapıdan söz edemeyiz ancak yine de kalbur üstü ya da orta seviye bir eyalette orta sınıf bir insan sanırım yaşam kalitesi olarak Türkiye’deki emsallerine oranla çok çok daha ileridedir. Burada tabii ki bunların sebeplerine teker teker girmeyeceğim ancak yaşam şekli kültürü ve bakış açısı olarak yaklaşık 100 günde yaşadıklarım çok ciddi bir dersti. Neredeyse yeme içme alışkanlıklarından tutun da şehirciliğine insanların inanışlarına ve önyargılarına kadar bir çok konuda fikir sahibi olma şansım oldu ve vizyonumu ve bakıç açımı çok ciddi manada etkilediğini düşünmekteyim.

Bizdeki “han” diye tabir edebileceğimiz Inn/restoranda komi olarak (busser/buss boy) olarak çalıştım. Bu süre zarfında lavabo temizlemek hariç sanırım her türlü operasyonel ve fiziksel enerji gerektiren işi yapmıştım. Gerçekten de hayatında ilk defa para kazanarak hayatını idame ettiren biri için çok etkileyiciydi. İş ahlakı, insanların bakış açısı, vahşi Amerikan kapitalizmi ama bir yandan da emeğin karşılığını gözetmesi gibi çok farklı iş hayatı perspektifi katmıştı. Devam eden yıllarda iş hayatımdaki aldığım kararlarda bu yaşadıklarımın etkisinin olduğunu düşünmekteyim. Geriye dönüp baktığımda sanırım girdiğim üniversite ve aldığım mühendislik formasyonu kadar burada geçirdiğim yüz gün de önemlidir.